Monday, December 29, 2008

winter nightmare

üşüyorum ve üşümekten hiç ama hiç hoşlanmıyorum. insanların kışın nesini seviyorlar anlamıyorum ben, üşüme kısmını mı, soğuktan yüzlerinin acıma kısmını mı, karlar içinde pislik ve çamur içinde yürümeye çalışmayı mı, beş bin kat giyinip rahat hareket edememeyi mi?
baharlar varken, kış neden sevilir ki?

Friday, December 26, 2008

Yeni ev, yeni palto, yeni çanta ve yeni ipod olacak
2009a yenilerek başlıyorum.
mi mutlu

bir yeniye daha ihtiyacım var ama..

Thursday, December 25, 2008

yılbaşından önce


tüm şarkılar çok eğlenceli ve güzel ama my mistakes were made for you kesinlikle yılbaşı şarkım! enerji topluyorum bu şarkıyla

akşam gelen edit: gülümsüyorum her duyuşumda istemsizce

Sunday, December 21, 2008

dancin' in the moonlight
24 başlıyormuş ocakta holey!
peki kim benimle ajancılık oynayacak?? kaleye mum diksin!

Saturday, December 20, 2008

oh bee

son 1 aydan beri bitmeyen gözyaşları ve sıkıntılardan sonra bugün biri geldi ve içime su serpti resmen. güzel olucağını hissediyorum içimden.
2009 da yeni bir evden seslenicem buralara..

Sunday, December 14, 2008

uykusuz geceler. belki de yarına geçmeme isteğinin ağırlığıyla oturup kalma, yerinden bile kalkıp yatağa gidememe. belki de müzik dinlemenin, her şarkının her notasının içindeki yeri, zevki, sıkıntısı belki de.
uykulu sabahlar. zar zor bulunmuş yataktan çıkmama isteği. sıcak yorganın altında öylece uyanmak. uyumak değil, bir çok kez uyanmak ve uyumaya çalışmak, geri dönmek tekrar tekrar.

keşke tüm gündüzlerimde yaptığım şey de bu olsa:
müzik dinlemek..

Saturday, December 13, 2008

I'm gonna need some place to go..some place to go..some place to go..
let me go
let me seek the answer that i need to know
let me find a way
let me walk away
through the undertow
please let me go

alfie .. jude law
süper bu adam

2 günde 3 jude law filmi. bu gidişle on beşime geri dönücem

Friday, December 12, 2008

to do past


geçenlerde konuşuyorduk, peb elvis konserine gitmek istiyordu, bir şöyle diğer tarafa gidip gelelim konser izler döneriz oldum. ben de sinatra istiyorum, o muhteşem sesiyle söylesin, insanı yumuşatan gülümsemesiyle baksın, -hani madem hayal kuruyorum- genç hali karşılasın ve dans edelim. bayılıyorum bu sese..

bari hiç olmadı eski filmleri veren bi kanal olsun (ki eskiden vardı, hbb mi ne öyle bi kanal vardı, çokca verirdi) ve ben sabahtan akşama gene kelly, sinatra, hepburn, fred astaire, dean martin, rock hudson(gay olmak için fazla güzel ama bu adam), grace kelly filmleri filan izliyim. love in the afternoondan başlayım, pillow talkla devam ediyim, sonra denizci kelly sinatra filmlerini izliyim, onlar dans etsin(tap dance genelde) şarkı söylesin, ben hayran hayran bakayım..

Sunday, December 07, 2008


bu aralar hiç yazasım gelmiyor. dark side a geçtim
güzel bi şarkı bulduğumda dönerim heralde.

Saturday, November 29, 2008

Çünkü ben kayboldum, geri dönmem imkansız
Hem uzak hem hoyrat senin ülken
Çünkü ben kayboldum, geri dönmem imkansız
Yine de mutluyum

Friday, November 28, 2008

çok komik çok abuk rüyalar gördüğüm bir günün ardından..
llastfmim geçici bir süre offline olduğuna göre bugün accuradio günü..
adamlar kapalıyı bile güzel sunuyorlar insana, canını sıkmadan(We’re sorry, but our database servers are currently overloaded. Please enjoy a quick cup of tea and then try refreshing this page.). ben de iştekilere "we are sorry, but our brain cells are currently damaged. Please enjoy a little bit cognac (mutfakta o var şuan) and then try using this woman after 15 december the last." desem. sonra bütüün gün müzik dinlesemm. n

Tuesday, November 25, 2008

hate my muffins
hate my keyboard to write 3 everywhere
liked a lot kubb-burn again

Saturday, November 15, 2008

really ends..


gittiğim yerlere anı yüklemekten, kişiselleştirmekten hiç hazzetmiyorum aslında ama bazen ister istemez anlar üstlerine yapışıyor masaların. oturduğunuz yerde o güne dönüp, masadaki kadehin içinden bir çok şey içinize dokunup geçiyor. geriye dönüp bakmak zorunda kalıyorsunuz.
dört buçuk ay sonra . pasifikte yerimi aldım ben de dün gece ilk defa. yüklenmemeye çalışılmış da olsa yüklenmiş bir anı hatırlamamak isterken, önce dört buçuk aydır oraya hiç oturmadığımı farkettim, sildim, kadehimi doldurdum. sonra unuttuğum birşey çarptı yüzüme. o anları paylaşırken size dünya iki kişiden oluşuyormuş gibi gelse de, aslında etrafınızda bir çok insan oluyor sizi gören. pasifikin çalışanlarının da buna dahil olduğunu hiç düşünmemiştim nedense ta ki.. garson gelip elleriniz geçmiş diyene kadar.. iyi hatırladınız uzun zamandır gelmemiştim diyebildim ancak..ağlayan bir adam ve kadının görüntüsü çok da umursanmaz bi görüntü değilmiş anladım ki. ondaki sonraki tüm kadehlerde içimdeki özlem vardı.
özlemek boğucu bir eylem..
deus-nothing really ends

Wednesday, November 12, 2008

Tuesday, November 04, 2008

çok stresli bi iş gününden sonra eve gelip biraz saçma dizi izledim ve biraz uyumaya karar verdim. uyanır gibi olduğumda aklımdaki şarkı "mon mec à moi" oldu. neden acaba?!

ayrıca blog yasaklamasının saçmalığından sonra, biraz önce imeem açtım ki o da yasaklanmış.
daha neler artık demeden duramıyorum.

Sunday, November 02, 2008

formula

insanın kendi tvsinde f1 izlemesi ne büyük zevkmiş meğerse.. hele de final yarışını.
ama ama
massa olmalıydı dünya şampiyonu, ki son ana kadar da oluyordu. ama glock'un resmen hamilton'a yol vermesiyle, hamilton oldu. ne kadar gıcık oluyorum o hamilton'a anlatmam. hatta herkes olsaydı hamilton olmasaydı. massanın podyumda ağladığını görmek çok koydu gerçekten.
kimi'cimse maalesef bu sezon uykulardaydı..
of glock of diyorum, ayıp denen birşey var.

bahane mi lazım mazeretimiz mi kalmamış

bir caddede.
caddenin tam ortasında durmuş kız. sanki bir klipteymişcesine iki yanından insanlar hızla akıp geçerken, o tam ortasında sabitlemiş kendini. ne geriye bakabilmiş, ne de yüzünü kaldırıp ileriye.
şimdide çakılıp kalmış.
şimdi nasıl mıymış?
tuhaf.
bir yanından geçenlerin pozitif havasını solurken, diğerinden dönenlerin negatifliğiyle vurulan bir şimdi. geçmişin şimdiye vurmasıyla acıtması, şimdinin gelecekten öcünü alarak tokatlaması. bahaneler ve mazeretler duvarına çarpıp çarpıp dönen düşünceler yumruğu.
şimdinin yemeğinde soğumuş geçmişler, ısıtılmadan tabağa konmuş tadılamadan çöpe gitmiş gelecekler var. peki hiç mi şimdiye ait geleceğe dair bir tatlı yok?

bir gece kız yüzünü kaldırmış, beyninin tüm hücrelerini olduğu yere bırakıp yürümüş. "whatever" diyerek gitmiş, içmiş, gülmüş, kahkaha atmış, dinlemiş hatta zıplamış dans etmiş, mutlu bile hissetmiş olduğu an için.

sonra yeniden uykusuna yatmış.

saat 4 olmuş arıyorsun çaresini hüznün kederin.. gece 4..

Wednesday, October 29, 2008

yine hare yle (ps çim burası sana)çılgın saatler geçiriyoruz başbaşa.

sonunda bloggera yeniden normal bir şekilde ulaşabiliyorum ki bu, sabırsızlığı pik yapmış benim için iyi birşey.

ruhsal yorgunluğum huysuzluk derecesinde. kış gelmesin bu sene, kış hiç iyi değil bu kadar yorgun bünyeye.

olaylara bakıyorum. neden sonuç ilişkilerine..
sonuçların hepsini tek tek ve çok açık bir şekilde görüyorum(görmediklerimi de gözüme soktular) ama hala nedenlerim yok? ya da nedenleri de görmem için başka şaşkınlıklar mı gerekiyor?
üzgünüm.
greys anatomy, my healing procedures

Sunday, October 26, 2008


"Always the same for me -break up, break down.
up, fool around,meet one guy, then another,
go around to forget the one and only.
Then after a few months of emptiness,start again to look for true love.
Desperately look everywhereand, after two years of loneliness,
meet a new love and swear it is the one,until that one is gone as well.

There's a moment in life where you can't recover any more from another break-up."

two days in paris filminden
günün anlam ve önemine çok uygun oldu

yağmur


bütün gün yağmur yağdı(son zamanlarda gerçekleşen tek dileğim sanki). çok güzeldi, ölece evde kaloriferin yanına oturup çayla beraber yağmur izlemek. ve tabii ki müzik .
saat 1.30 oldu nerdeyse, yağmur da durdu.
Sitting in a Dream- deep purple

Saturday, October 25, 2008

çok salakça ama last fm loved tracksımı dinlerken, her dinleyişimde tekrar love düğmesine basmak geliyor içimden.
bugün klasik müzik günü
august rush..
kelimelerim tükendi..

Friday, October 24, 2008

mutfaktaki (ofisin mutfağı) çikolataları odama alıp onlara sevgi göstermek istiorum

Thursday, October 23, 2008

Wednesday, October 22, 2008

such a silly girl

dont get it


hiç anlamıyorum..
ilişkilerin neden oyunların etrafında dönüp durduğunu hiç anlamıyorum. yirmi altı yaşındayım hala anlamıyorum. onu test et, bunu bekle. aramak mı istiyorsun, aman sakın ha arama, bekle. söyleyeceklerin mi var, dur bakalım. öyle mi yaptı, a o bu demek, ne kolunu mu kaldırdı? aman tanrım, senden ayrılcak ben söleyim sana. bıdı bıdı bıdı. ilişkiler hep karmaşık, hep yorucu. erkekler kadınları anlamıyor, ben erkekleri . çok yorucu..

neden huzurlu olmamak için bu denli uğraş veriyoruz? neden şu makinenin beni mutlu ettiği kadar basit olmuyor herşey?!

belki de dans eden pembe adam haklıdır.

perhaps, perhaps, perhaps

Sunday, October 19, 2008

Saturday, October 18, 2008

daha iyi bir blog için

hazır canım iş yapmak istemiyorken ve cumartesi gecesini evde geçiriyorken (pathetic) bloga neler ekliyebilirim diye biraz geziniyim dedim, bir yazı çıktı karşıma, iyi bir blog nasıl yazılır bu sorularla yönlendirilebiliniyormuş.
benim cavaplarımsa...

Bu yazinin ana temasi neydi ve ben bunu yeterince acik bicim de ifade edebildim mi?
hım , benim yazılarımın ana temaları pek belli olmuyor aslında, genellikle ancak psler açıklıyor.
burdan 0.

Bu yaziyi okuyanlardan ne yapmalarini istiyorum? Yazi onlari bu eyleme yonlendiriyor mu?
insanları çeşitli çikolata markalarına, bazen değişik müziklere, bazen dizilere yönlendiriyor olabilirim, ama ne işe yarar tartışılır.
0.5

Yazdigim sey yararli bir sey mi?
hiç alakası yok.0

Yazdigim sey ozgun mu? (Belki essiz mi diye de cevrilebilir.)
kesinlikle eşsiz(eşsiz=unique, yani tek, değerli anlamı içermemektedir). tamamen kendi fikirlerimi yazdığıma göre 10.

Yazdigim sey beni blogumun hedeflerine yaklastirdi mi, yoksa onlardan uzaklastirdi mi?
şimdi, şöyle düşünelim. blogumun bir amacı var mı ki? varsa benim niye haberim yok? as a blog writer, my only purpose is to write what I'm thinking, that's all. c'est tout.
0

Kullandigim baslik insanlarin ilgisini yaziya cekmek icin uygun mu?
genellikle başlık kullanmaya üşeniyorum aslında.1

Yazim ve dilbilgisi kurallarina uymus muyum?
dikkat ediyorum aslında, fakat yine de internet kullanmaya başladığım zamandan beri çok şey kaybettim dilbilgisinden.
3

Yazdiklarimi daha ozlu bicimde ifade edebilir miydim?
Yararlandigim ve ilham aldigim kaynaklari olmasi gerektigi gibi belirttim mi?
Daha once yazdiklarimdan bu yaziyla ilgili olup bu yazidan link verebilecegim bir sey var mi? Daha once baskasinin yazdigi ilgili bir seye link verebilir miyim?
Bu yazida okurlarin katkida bulunacagi alanlar biraktim mi? Onlari katkida bulunmalari icin davet ettim mi?
Insanlar bu konu hakkinda Google aramasi yaparken hangi anahtar sozcukleri kullanirlar? Yazimi buna gore optimize ettim mi?
Bu yaziyi, konuyu biraz daha acip genisleten baska bir yaziyla nasil destekleyebilirim (surdurebilirim)?


ve bu böyle gider..
sonuç olarak benim blogum burdan 100 üstünden, 500 üstünden, ne üstünden olursa olsun pek de geçer not almıyor, ama öyle bir amacım da yok.
Dermatologists apply lotion for a living
hakkaten de böyle they apply only lotion.. bütün hayatını bir sürü dermatolojist tanıyarak geçirmiş biri olarak, greysdeki derm olayına çok güldüm, harikaydı.
greys anatomy tag radyoyu keşfettim bugün, neden önceden düşünemedim bilmiyorum. yaşamak için müzik gerek.

alkol bazılarına bilgelik kazandırıyor sanki..dün gece kafası iyi olan haliyle beni çok düşündüren birşey söyleyen arkadaşıma göre hayatta tek sorunum var, onu halledebilsem mutlu bi insan olucam.. acaba hakkaten öyle mi? geceden beri kırmızı şarap kafamla düşünüyorum(evet şaraba dönüş var bu ara)..
bugün kendimi mutsuz hissediyorum, bi de üşüyorum.

Thursday, October 16, 2008

hesapladım 11 gün sonra makineme kavuşmaya karar verdim.
evde linus gibi dolanıyorum yine bu akşam, bir elimde yeşil polar battaniye diğerinde çay..
stereophonics çalıyor, neden gitmedim ama acaba konsere, sırf abiyi görmek için bile gidilirdi aslında. saçmalık . elimde bi tercüme var, elektrik süpürgesiyle ilgili, ha ingilizce ha arapça diyorum bunun için, aynı şey. bi de yerler için elektrik süpürgesi diyor adamlar, başka nereyi süpürüyoruz acaba biz??
evde kendi kendime konuşmak yerine, kendi kendime yazmaya başladım sanırım. beautiful ..

so maybe tomorrow I'll find my way...

en yakın arkadaşım geziye gitmeli bu arada..
(bi de ben gidebilsem)
such a lonely day

film


Dün film ekiminden bi filme gittik(evet nadiren ben de sinemaya gidiyorum, napayım ben ev konforunda filmi ayrı seviyorum) HAPPY-GO-LUCKY.

Acayip şeker bi filmdi. aslında üstüne yazılcak çok bir şey yok, şu şöleydi böleydi, sonu inanılmazdı filan durumu da yok ama çok şekerdi. çıkarken herkesin yüzüne birer gülümseme bıraktı kısaca. ki gözlerim müthiş bozuk olduğu için, festival mantığında da altyazılar daha aşağıda ve küçük olduğu için(ki bu haksızlık) kesinlikle altyazı okuyamadım. british english izledim filmi, ona rağmen çok şekerdi

:)
bi de ben de öle zıplamak istiyorum!
bi de bi de göl süperdi


Tuesday, October 14, 2008

istiyorum, istiyorum


1-işten çıkıp kitap okumak istiyorum, tam da merak ettiğim bi yerde kaldım sabah

2-beynimin bi kısmını aldırmak istiyorum

2.1 çok düşünmemek için neresi gerekiyorsa

2.2 ağrı yapan bölgeyi

3-ellerim üşümesin istiyorum

4-çok kitap istiyorum

5-çok kitap okuyacak zaman istiyorum

6-o makineyi almak istiyorum


7. eve gidince çalışmam lazım, akşam kafamın hala çalışır durumda olmasını istiyorum


8-çok çay , çok ferrero rocher istiyorum(merci den bıktım bu ara)


Sunday, October 12, 2008

mono-moonlight
somebody save me
we will rise again
down:everyday life
hurt
this modern love
alone
emotion sickness
counterfeit life
you always walk alone
carnival of rust

bunlar son bi saatte dinlediğim 10 şarkının isimleri(libraryden shuffle), lastfm bana birşey mi anlatmaya çalışıyor acaba..

Friday, October 10, 2008

google sarhoş mail kovar

bugün her yerde kendine yer bulmuş bi haber vardı: google un sarhoşken email atmanı önlemek için yaptığı bi fasilite. bunu etkinleştirirseniz - sadece haftasonu etkinleştir seçeneği de varmış- bi kaç matematiksel işlem sorarak sizi bir nevi sarhoşluk testine sokuyor, sarhoşsanız e-maile izin vermiyor, kısaca g-sarhoş mail kovar

ama her yerde yazdığı gibi , bunun turkcell versiyonu lazım bize aramak veya mesaj atmak varken, kim e-maille uğraşır ki?

rf. hier soir..

ferdane'ye veda..




dün -sık sık gitmemiş olmamıza rağmen- içinde bi sürü anımızı saklamış, garip, güzel, kötü, sonrasında ağladığımız, bazen birinin gözlerine bakıp bir çok şey söylemek isteyip
söyle-ye-mediğimiz, ilk ve sonları içeren, sonrasında dönüm noktalarına dönüşen günleri yaşadığımız ferdane'ye.. son olarak yeşil gözlü bi adama baktığım, sonrasında sevdiğim yere..


istedik ki o günleri de ferdaneyle beraber arkamızda bırakalım..


son bir gün daha ekleyelim ve gidelim..


gittik.içeri geçtik.


teker teker masalardaki günlerimizi hatırladık, onunla burda , bunlarla şurda oturmuştuk.. şaşırtıcı bir şey bir yere ait böylesi detayların akılda kalıcı olması. tek tek her masanın kendine ait insanları olmuş meğerse, farketmemişiz bugüne değin.


ferdanenin en özel içeceğini istedik. sıcak şarap. senelerdir dillendirdiğim ama sadece 2 kez içebildiğim sıcak şarabı. yokmuş, kapatıyoruz ya cumartesi, o yüzden dedi garson çocuk.


vişneli şarabı da kalmamış



böğürtlenli verdi. maksat içerek kutsamaktı. konuştuk konuştuk. resim çektik.


hayatımda yediğim en kötü patates kızartmasını yedim yine de mutlu olarak.


böğürtlenli şarabı tüketince, mecburen kırmızı şaraba geçtik.. sustuk.


başkalarıyla konuşmak istedik, bahaneler yarattık.. çakır keyif olduk. bahanelerimizi sunduk. düşündük. içimizin acıdığını bile bile..


benim artık kırmızı şarabı içemediğimi gördük, elimde alkol nasıl mundar edilir onu gördüm.


kırmızı şarapları da tükenince...


yine merdivenleri tırmanıp, arkamızda bıraktık ..






Thursday, October 02, 2008

a quick good bye




bir yere veda etmek..
bazen büyüdüğünüz eve, bazen anılarınızı doldurduğunuz - belki de sık gitmediğiniz, ama hep anlara tanıklık etmiş olan-bara. garip bir şekilde bazen bir insana veda etmekten bile daha zor olabiliyor. hem dizilerdeki gibi arkada bir fon müziği olmaması da çok üzücü. oysa veda anlarını taçlandırmak için müzik lazım, anı yavaşlatmak için bir de.

sıcak şarap içip vedamızı taçlandırıcaz yakın zamanda.
belki fon müziğimiz de olur, çıkarken arkamızı dönüp baktığımızda anılarımızı da orda bırakıp çıkarız belki..




apocalyptica-epilogue(relief)

Wednesday, September 24, 2008

Look around there's no time to waste
life goes on nothing's gonna change
Feel the winds of life blowing cold
it won't take so long you are growing old
there is no answer to be found
it is so easy to fall without a sound
Days of loving and gold
kept me from feeling so old
times I'll always recall
when the night meets the day
Gates of heaven I saw
while flying through the misty dawn
those days I'll always recallwhen the night meets the day
I don't wanna let you out of my sight
but here I'm lost and alone in the night

Sunday, September 21, 2008

With some wounds,
you have to rip off the Band-Aid,let them breathe and give them time... to heal
bazen greysde geçen her cümleyi buraya yazmak istiyorum, tek tek her cümleyi.
anlatamadığım her şeyi onlar anlatsın istiyorum

Friday, September 19, 2008

kıskanıyorum

neden herkesin çok güzel foto makineleri var, ve benim yok???

evet teknolojik kıskançlığım var, hem de öyle böyle değil

Wednesday, September 17, 2008

Qui ne pleure pas ne voit pas

a post-rock day

bugün özledim, ve bugün kelimeler ağırlık yapıyor içimde

Tuesday, September 16, 2008


(the photo belongs to xdjio from flickr )
tesadüfen flickrda bu fotoyu gördüm , öyle bakakaldım. vancouverda bi stadyummuş.
düşmeden, takılmadan, duraklamadan, nefesin kesilmeden ulaşılır mı oraya?..

Monday, September 15, 2008

1-artık greys başlasın!
2- tek yaşamanın en kötü yanı çay demleyememek sanırım
belki bir termos almalıyım
3-kafam karıştı

edit 16 eylül: sanırım hastalığı o kadar kanıksadım ki, dileklerin arasına iyileşmek yazmayı bile unutmuşum.
4-iyileşmek istiyorum
5-kalın perde almam lazım, mümkünse kadife
sokak lambaları rahatsız edici şeyler

Wednesday, September 10, 2008

Tuesday, September 09, 2008

şimdi iş yerinde boş boş oturup müzik dinlerken, scorpions ın sevdiğim birkaç parçasını playlist yaptım. bodrum dönüşü uçaktan inip koştura koştura gittiğim efsanevi çabam sonucu izlediğim scorpions konseri geldi aklıma, bütün koşturmacaya değerd".
"holiday", telefon açıp holidayin ait olduğu insana dinletip o konser klasiğini de yerine getirdim ya artık içim rahat . ben de yaptım cep telden dinletmeyi hehe
yarı hasta bi şekilde ama nasıl olduysa keyifli bi insanım bugün

Sunday, August 31, 2008

se deplacer


taşınıyorum, ama hiç belli olmuyor. bu dönemde hiç bu kadar tepkisiz olucağımı düşünmezdim, belki de eksik olduğu için. yanımda aradığımın eksikliğinden..ve -artık- hep eksik olacağını bildiğim için..
changing place _henüz bu aşamadayım, gerisi gelir mi bilmiyorum_
changing time
changing thoughts
changing future

Monday, August 25, 2008

herşeyi...unutmak

önce cevapsız kalan bir soru .. tekrar tekrar acıtan.. hala çok acıtan..

sonra yirmi altıya 18 gün kala, tek yaşama kararında atılan ciddi bi adım ve ardından gelen o garip iyi mi kötü olduğu bilinmeyen garip his.. yalnızlık korkusu, kokusu ..

yürümek

taksi

ve taksicinin bi anda radyoyu açmasıyla başlayan şarkı: sil baştan
sözlerle irkilmek

yukardan gelen işaretlerden biridir belki de..

şimdi tekrar sil baştan dinliyen bünye "sil baştan başlamak gerek bazen hayatı sıfırlamak"diyor , bi yandan biliyor ki hayatı sıfırlayamaz, ama ya hayatı kabullenebilir mi?

dönüp dolaşıp yine istanbulda


"Those who make mistakes blame themselves and close their hearts. It's impossible to fix the mistake; men can't return to the past. That's why they drink. Lushes, drunks, sliding alcohol down their throats to try to dilute the memories that can't be forgotten. Him, does nothing but drink, and questions the glass after it's empty. "Am I wrong? Was I wrong?"


ben seni arayamam..





Wednesday, August 13, 2008

aaaaaaa

bugün içim acayip sıkılıyorr öyle böyle değil
çok sıcak
klimadan nefret ediyorum, nefes alamıyorum onun yüzünden

sanırım artık ikinci tatil haftasının zamanı geldi
kafam durdu, çalışamıyorum

ve tatil sonunu scorpionsla getircem, oley
ü

Friday, August 08, 2008

Tuesday, August 05, 2008

blood puzzle girl


yeni bi puzzle.. görüldüğü üzere bu puzzle bitmez.

geçen puzzleın bitmesi gerektiğine inandığım bi tarih vardı. ne garip bi insanım ben ki bi puzzle a anlamlar yüklüyebiliyorum. bilsem ki geri getircek kaybettiklerimi...

Wednesday, July 30, 2008

Sunday, July 27, 2008

a sunday
















iki avcunun arasına alıp iyice sıkıştırılmış bi kalp..
gidemiyorum, bir türlü beceremiyorum.. ama neden?









ps.:down a gitmedim, çok içimde kalıcak bu Posted by Picasa

Thursday, July 24, 2008

widow of a living man...
çalışıyordum
duydum
artık çalışamıyorum..
fazladan buğday tanesi bile çuval patlatır

Monday, July 21, 2008

office life

başka ofislere bakarak iç geçirmek, onlar da çalışıyor biz de diye ağlamak isterseniz
http://www.officesnapshots.com

özellikle lastfmdekileri bayadır takip edip,ağlaşıyordum ben, bir de google a baktım burdan. sonuç: of offf..

Saturday, July 19, 2008







everything was black and white except city lights- I hear sirens

we love post-rock!!

ayrıca in motion ını da çokk seviyoruz, sayesinde şezlonglara oturup gece deniz kenarında evpatoria report dinledik, ve o nasıl bir zevkti anlatamam. ki denizin o gece deli gibi dalgalı olması (bana göre içinden bi adamın çıkıp böö demesi benim korkup minik de olsa çığlığı basmam -ki o motorlu amca olur- sonra amcanın çoşup bizi ıslatması)çok güzel denk gelmişti, evpatoria çoştukça çoşan deniz..
şuan orda olmak ister misin deseler, yok aslında istemiyorum hiç ama bakınca, burda da olmak istemiyorum.



ps: konserde angel çaldı, içimden geçene göre eksik olsa da güzeldi çok..

Sunday, July 13, 2008

istek parça

akşam judas konseri için istek parça yapıyorum

Angel -
put sad wings around me now
Protect me from this world of sin
So that we can rise again
Oh angel - we can find our way somehow
Escaping from the world we're in
To a place where we began
And I know we'll find
A better place and peace of mind
Just tell me that it's all you want - for you and me
Angel won't you set me free
Angel remember how we'd chase the sun
Then reaching for the stars at night
As our lives had just begun
When I close my eyes I hear your velvet wings and cry
I'm waiting here with open arms - oh can't you see
Angel shine your light on me
Oh angel will we meet once more - I'll pay
When all my sins are washed away
Hold me inside your wings and stay
Oh! Angel take me away
Put sad wings around me now
Angel take me far away
Put sad wings around me now
So that we can rise again
Sahil denilince bir çoğunun aklına kum gelirdi, denizgelirdi hatta güneş gelirdi
Güneş yağları , belki kovalar, kumdan kaleler..
Oysa o ikisinin aklındaki sahil bambaşkaydı. Onların sahilinin diğerleriyle tek ortak noktası denizdi. Onlarınki açık düz sakin dibi görünenken, bunlarınki karartılar içindeki dalgalarla çoşan dinginlikten çok uzak ve soğuk bir denizdi.. anlayış farkı dedikleribelki,belki de anlayıştan öte yaşam ve görüş farkı..karamsarlıkla alakası yoktu iki deniz arasındaki farkın..birine öyle güzel gelen diğerine farklı geliyordu. Ilişkisel birşey gibi.
O gece de sahilde buluştular..gecenin tek rengi beyaz şezlonglar, ve birinin yeşil diğerinin kırmızı sweatshirtüydü. Beyaz şezlongları yan yana getirip oturdular, bir şişe şarap vardı yanlarında çoğu zaman olduğu gibi.eskiden kırmızı severdi kadın artık beyaz ister olmuştu, nedendir o bile bilmiyordu- hayat değişiyordu, neden seçimler değişmesindi-
Uzun zaman olmuştu- ya da kadına öyle gelmişti- - iki hafta az mıydı ki-
Müzikleri olsaydı keşke.. bu bir film olsaydı arkadan cosmic call çalardı. Kadının ağzını her açışında çıkmayan sesini bastıran müzik olsaydı keşke ya da erkeğin konuşmuyor oluşunun üstünü örten…”nasılsın” dedi kadın cılız ve titrek bir ses- zaten daha ne olabilirdi ki, güçsüz düşmüştü- “iyiyim” dedi adam “herşey yolunda”
Içinde bir şey vardı sanki kadının ve tek tek üstünden geçilmişti o şeyin.bunu nasıl anlatabilirdi acaba ?
“Ben huzursuzum” diyebildi ancak kadın.
Ne kadar çok yıldız görünüyordu gökyüzünde,hep böyle miydi yoksa gece gittikçe koyulaştığı için mi yıldızlar çoğalmıştı?
“Ben huzurluyum artık” dedi adam

şezlonglarını yanaştırdılar
ikisi de gözyüzüne bakmaya başladılar.. beraber geçirdikleri saatleri düşünedururken zamanın durmasını beklediler.birinin diğerine “ya ben sensiz olmak istiyebilir miyim hiç” dediği anları…


kadın gözyaşlarını sakladı kırmızının arkasına..içine çekti, gözlerini yumdu. Ve “kalbim acıyor”, “nefes alamıyorum böyle” diyemeden sustu kaldı.



El ele tutuştular,ilk seferki gibi.. birbirlerine doğru döndüler . gözlerinin içine baktılar.



Keşke gitmeseydin,keşke gitmek istemeseydin diye kıvranıyordu içten içe kadın. Sadece gitme-seydin diyebildi.. adam onu duymuyordu bile artık


Yanına çekti adam kadını.. hafif sarsarak kadını kolları arasına aldı, kadın küçüldü tüm sevgisini adamın kollarına boşalttı.. birbirlerine sıkıca sarılmış olarak denizi seyrettiler..
Dipole experiment was playing in this moment.


Tamamen güçsüz, çırpınışları duyulmasın diye korkak adımlar attı kadın.. yerinden kalktı, başı döndü, tekrar oturmak istediyse de artık yerinin olmadığını gördü.. ve kendini aldı olduğu yerden, bilmediği yöne doğru devam etti.

Dudaklarının tadları karıştığında, artık herşeyinçok farklı olacağı belliydi..deniz –müzikle beraber- yükselmişti, kıyıya vurur olmuştu delice. Kalktılar, birbirlerine tekrar sarıldılar, adam kadını –kaçırmaktan korkarcasına- sardı , limana doğru yürümeye başladılar.


Adama son kez bakmaya karar verdiğinde kadın, adam çoktan karşı kıyıya gitmişti. Huzurluydu, zor olmamıştı gitmek.

Telefon çaldı.. alarmmış dedi, 6 dk sonra tekrar çalar diyerek kenara aldı yeniden telefonu. O anda gördüğü karışık rüyalar geldi aklına, yorucu bir uykunun ardından güne uyandı..

11 temmuz Cuma 01:05




Huzur arayışları ve tatil.
Tatilin her saniyesinde ayak izleri..huzurlu küçük bir tatil kasabası ve huzurlu insanlar, yemyeşil bir bahçe, masmavi bir deniz.. ve dahası sıfatlar.. ve tek bir isim .
Buradan geri dönmek de istemiyorum bir bakıma, yaşanmışlıklarla dolu bir Istanbul düşüncesi ağır geliyor şuan. Az ama öz yaşanmışlıklar, yaşanamamışlıklar daha çok.
Burada yıkık dökük bir ev beğendim, herşeyi bırakıp içim gibi oranın yeniden inşasını beklesem burda.. ama uzun surmese, yorgunum ayakta durmak zor, tekrar tekrar ayaklanmak . bir de evin yanında bir yer daha var, daha küçük , orasını da işletsem.. denize bakarak geçirsem günlerimi.
Bu yaşlı-lık-dan geçmeli ..
Ne dediğimibile bilmiyorum.
Çay

23 45
9 temmuz 08
Yapılmayan şeylerin yapılması kafa dağıtır mı sorusu ile başbaşayız.
Aslında evet farklı şeyler denemek çok da dağıtabiliyor ilgiyi, ama sonra tek başına kalıp kendini dinlemesi sıkıntılı oluyor..

Hayatımızı geçirdiğimiz asmalı mescitten çıkıp lebideryaya doğru gidince çok güzel bi manzara güzel yemekler, güzel şarap kadehleri karşılıyor.

Denize manzaralı
Denize karşı
Denize doğru
Denizde
Deniz kıyısında

Alınmış bi karar olmamasına rağmen bu hafta hep böyle geçiyor.

Lebi derya ile deniz manzaralı serüvenim başladı .

Cumartesi kerpe ve kefkende kendimizi denize banıp, denize karşı geçip denize doğru sandalyelerimizi çevirip hepimiz kendi hayallerimize, düşüncelerimize daldık. Saatlerce böyle oturup, belki de saatlerce daha böyle oturmayı istedik. Aslında daldığımız düşüncelerde boğulmak da vardı o sırada,düşünmek özlemek kızmak tekrardan özleyip unutmaya dalmak derinlerde sarhoş olmadan..

Yine de kerpenin o muhteşem manzarasına doğru otururken, böyle bir evim olmasını o kadar çok diledim ki, denizi seyretmek insanı gençleştiren birşey. Hani nasıl genç kalıcaz kitapları var ya, aslında çok basit : denize karşı bir ev, huzurlu bir sevgi, güzel arkadaşlar ve iş konusunda yeterince hırslı olmak, çok çalışmamak. Bu kadar . öyle sofralar var ki bir yandan içip bir yandan sohbet edilen, orada resmen iyileştiğimi hissediyorum..

Kefkenin denizi kerpenin manzarası diyorum. Olaylı kerpe yüzüğüm de kendime almayı söz verdiğim yüzük oldu..



Bir defa kalsam yanında
Hayat güzel hikayemde kalınca ..

Gerçeklere gelince..
Kafam çok karışık..
Küçükkuyu 8 temmuz Salı 17 48

Friday, July 04, 2008

lastfm

ah bu lastfm ne akıllı şey, nasıl da insanın içini okuyor, maşallah dün gece aklımdan tatilde şunu da bunu da dinlerim diye geçirdiğim ne varsa bugn kendisi bana radyomda çaldı. maşallah maşallah seviyorum kendisini

çikolatalı gün

çok-çok nat çokonat fındık fıstık çikolata çokonatın lezzeti bambaşkaaa

tatlı iş arkadaşlarımdan biri bugn kafamız çalışsın demiş ve bize sabah çokonatı getirmiş, ne mutlu oldum, nası güzel geldi
must be a good day cause its idylls day..

akşam değişik olcak
haftasonu değişik olcak
tatil değişik olcak..
hiç yapmadığım bi üçleme ile karşı karşıyayım
umarım hepsi güzel olur, mutlu olur, en önemlisi huzurlu olur..
(yaşlandım artık huzur arıyorum evet)

Thursday, July 03, 2008

silent screams

Look at me I'm chasingAfter dreams left in the stormWhat I am is allThat really matters nowThat lies are gone -That lies are gone,All the lies are gone,The lies are gone.Tempting fate and losingFriends along the way I lovedNo regretsI'm standingWith a needle in my heart -Needle in my heart,Needle in my heart,Needle in my heart.You'll never knowMy life means everythingStill I scream becauseThere's nothing left to do until the end.The world goes onWith all that I've becomeAnd still I scream insideFor all the pain I've taken hasn't changed.Nothing's changed at allThe truth is like a chainHeaven's calling meThe place that I belongKilling pain -Killing pain.Close my eyes a million facesGet inside my mind.Take a breath and fill my troubledSoul with all mankind.Killing pain -Killing pain,I'm killing pain,Killing pain.The world goes onWith all that I've become.And still I scream insideFor all the pain I've taken hasn't changed...The man in blackI'm coming back to spew my evil hate.My crown of horns and bloody thornsI'll dig up what you fear.I am the shape that's in your room that watches over you.I am the needle in your heart - your disillusioned God.I am God, I am fate, I am all the sins you make, yeah - hate.I am black, I am white, I am the blood upon the knife, yeah - hate.Since time began I made a vow to drag you underground;To steal your soul of purity and watch you waste away.I am pure, I am right, I'm the God that makes you fight, yeah - hate.I am life, I am death, I will steal your final breath, yeah - hate.I prey upon your brocken dreams your weakness gives me strength.I'm laughing at your silent screams I'll crush you with my hate.You take it allAnd face the fear that's hereUntil the Silence Screamsit leaves you with no choice to carry on.You'll never fallWhen all is said and doneThe only Scream is hereThe journey never ends - it's just begun...The lies that never learnedThe needles in my heartAnd things will never changeSo everytime I scream I'm killing pain.

Wednesday, July 02, 2008

sabah sorusu

kendi kendine soru: simitçinin artık seni tanıyor olması sana ne anlatıyor?
rahatlatıcı cevap 1: 1 senedir her sabah aynı yoldan geçiyorsun tabii çok normal
rahatlatıcı cevap 2: ona rağmen beş ayda yedi kilo var kaybedilmiş
cevap 3: kendini çok kandırma

Tuesday, July 01, 2008

self-destruction

sanırım birine rüyasında avaz avaz bağırdığı için sabah gerçek yaşamında ses tellerini inciten ve 2 gündür bunun acısını yaşıyan tek insan benimdir (ses tellerini incitmek diye bir deyim var mı bilmiyorum, ben yazdım oldu). gerçekten bağırmaya çalışmış olmam çok enteresan bi durum, üstelik bağırmam gereken insana bile değildi. bari kendime bağırsaymışım, ki heralde birine de öyle bağırılmaz, ayıp denen birşey var.

bir süredir rüya görmediğim(ki bu çok olanaksız birşeydi), ve şuan yeniden görmeye başladığımı varsayarsak, rüyaların tamamen beynimin kıvranmaları olduğunu görebiliriz.

işten alışkanlık "also" diye devam etmek istiyorum.
Also, millipiyangodan da yine birşey çıkmadı, bir yarım bir çeyrek bilet çöple buluştu. ben yine de bir sonraki çekilişi denemek istiyorum. açılcak bir cafe, bir radyo, alınacak bir ev var..

Monday, June 30, 2008

devics


güne normal bir başlangıçın ardından, yine normal giden bir gün içinde bir minik iç molası olsun bu ..













If You Forget Me



I want you to know
one thing.

You know how this is:
if I look
at the crystal moon, at the red branch
of the slow autumn at my window,
if I touch
near the fire
the impalpable ash
or the wrinkled body of the log,
everything carries me to you,
as if everything that exists,
aromas, light, metals,
were little boats
that sail
toward those isles of yours that wait for me.

Well, now,
if little by little you stop loving me
I shall stop loving you little by little.

If suddenly
you forget me
do not look for me,
for I shall already have forgotten you.

If you think it long and mad,
the wind of banners
that passes through my life,
and you decide
to leave me at the shore
of the heart where I have roots,
remember
that on that day,
at that hour,
I shall lift my arms
and my roots will set off
to seek another land.

But
if each day,
each hour,
you feel that you are destined for me
with implacable sweetness,
if each day a flower
climbs up to your lips to seek me,
ah my love, ah my own,
in me all that fire is repeated,
in me nothing is extinguished or forgotten,
my love feeds on your love, beloved,
and as long as you live it will be in your arms
without leaving mine.

Pablo Neruda

not feeling bad..

Blogged with the Flock Browser

Friday, June 27, 2008

Untitled

complétez la silence par les mots qui conviennent..

dağıldım..
Blogged with the Flock Browser

Sunday, June 08, 2008



ve yağmur ..
ve yağmurların sonrası sakinlik..
gök gürler arada, yağdırır ara ara ama sonra susar diner. güneş ardından hemen kendini göstermez belki ama
elbet çıkacak..






Tuesday, May 27, 2008

dünya dedikleri unutulunca




Biz çoktan unuttuk dünya dediklerini




Bir öğle vakti...


Yanında türk kahvesi ve yanından hiç eksik olmayan çikolata parçası.. O zaten suyu hiç anlamazdı. Belki bir sigara yakar, eteklerini bacaklarının arasına toparlayıp ayaklarını sarkıtırdı deniz kenarında- burda olmasaydı-. Saçlarını mı savururdu rüzgara?


Yok o hiç saçlarını savurmazdı, onlar toplu kalsin isterdi, güzelliği bozulmasın - ki zaten güzel olduğunu da düşünmezdi ya, neyse -


Kafasında bir sürü düşünceyle yürümesi lazımdı- dünkü gibi- *yoksa her gün mü böyledi? * -yok bazen böyle olurdu,bazen* -burda olmasaydı yapardı-. Müzik dinlemeliydi içinin temizlenmesi için. Onun sözlerini duymadıkça içinde olan biten kavgayı müzik yatıştırırdı. Pasiflora hiç işe yaramazdı da, o müzik nasıl becerirdi bilmezdi, ama işe yarardı. Saatlerce yürümek lazımdı belki de, az konuşmak, az söylemek ki iç sesi çıksın, duyulsun.




Kahveyi ters çevirip şekiller O'nu göstersin diye beklemeye başladı sonra.


Batıl inançları vardı garip şekilde, bir de kahve falına garip bir inancı. Bir tuhaftı bazen zaten. Ters çevrilmiş o kahve fincanı soğuyup da şekiller oluşunca olabilecekleri görebileceğine nasıl inanıyordu bilinmez. Orda güzel bir şeyler görse, gelip de karşısına O dikilince fincandaki gibi mi olucaktı? Ne saf.




Nerde kaldın be hayat? dedi. Kendi kendine konuşup duruyordu, neyseki kimseler iç ses duyamazdı. Neden geciktin bu kadar, ellerini uzat ki dokunsun parmaklarım bugün.. Gözlerine dokunsun hayat istedi, gözler parmaklar.. Dokunup da bütün vücudundaki o titremeyle sevsin istedi. Zamanı beraber akıtabilmek, diye düşündü. Akar mıydı, durur muydu?




Araya girdi biri. Uyandırdı. Boş gözlerle baktığını fark ediyorlar mıydı acaba? Ama ne çare.. zaten burda değildi ki ruhu, çoktaan tekneye binmiş gitmişti. Tekne? Tekne vardı evet, bir ruh bu kadar hızlı başka türlü nasıl uzaklaşırdı ki? Ruhun hızı var mıydı? Ne zordu bunu cevaplamak.




Hayat bekletir miydi daha çok? Çok mu işi vardı ki? Ya hayatla karşılaşanlar? dedi. Onların farkı neydi? Biliyorlar mıydı karşılaşanlar hayatın hayat olduğunu? Belki de bir çoğu hayat başka kostümlere bürünüp gezdiği için bilmiyordu, diye geçirdi aklından. Ya yolda yürürken karşılaşıp, omuzları değip geçip gittilerse?




Hayat gelir mi?


Kahve soğusaydı da , müzik de devam etseydi hep. Hep çalsaydı.


Hayata seni sorana her yanım derim diyerek gülümseyebilseydi




Sakin olmak lazım, dedi biri






Saturday, May 24, 2008

non, je ne regrette rien


bir edith piaf bilirdim ta fransızca öğrenmeye başladığım günden beri.. ki bu seneler öncesine dayanır. hiç merak etmemiştim yaşamını. ama izleyince o kadar saygı duydum ki..

ve marion cotillard.. hayran kaldım oyunculuğuna.

en sonunda non je ne regrette rien derken piaf, nefesim kesilmiş bir şekilde bakakaldım.



Non Je Ne Regrette Rien

Non, Rien De Rien, Non, Je Ne Regrette Rien

Ni Le Bien Qu`on M`a Fait, Ni Le Mal

Tout Ca M`est Bien Egal

Non, Rien De Rien, Non, Je Ne Regrette Rien

C`est Paye, Balaye, Oublie, Je Me Fous Du Passe


geriye dönüp bakınca şu birkaç gün için
non rien de rien..

Friday, May 23, 2008

another day

sanki bi sincap var sürekli vücudumun içinde hareket halinde
bazen zıplıo bazen tekmelio kalpten kalpten

bugün de zaman akmıyor . iş sıkıntılı . hava güzel

müzik lazım çok lazım


Blogged with the Flock Browser

Monday, May 19, 2008



sonunda bu yazıyı yazıcak zaman geldi


bu hafta bitmesine karar verdiğim puzzle, bu hafta bitti. çok da beğendim. şimdi yapıştırması kaldı ve de asması ..







herşeyin bir anlamı vardır -kendi içinde-..

Thursday, May 15, 2008

berry-blue night


ne garip bi gece
ve o geceyi taçlandıran ne güzel bi film
ne güzel ingiliz aksanıyla konuşan bi jude law
blueberry nights...

bu gece çok herşey..
it all depends on who's waiting for you on the other side

are u waiting..

c'est que je sens
c'est que j'ai besoin de
c'est tout
c'est de savoir si tu viens ou pas..

hope to see u on the other side..


Blogged with the Flock Browser

Wednesday, May 14, 2008

carmensita la la la

beni böyle la la la diyedolaşırken görmek -özellikle son zamanlarda- çok olası değildi.
ama bu hafta şarkım direk carmensita!
la la la

tabiki kendi içimde sebeplerim var
herşey için
mutlu hissediyorum bugün -bazı münasebetsiz insanlara rağmen hem de!-
mutlu hissediyorum kendimi bu hafta.
ayak kırılmasından beri ilk defa zıplıyorum- fiziksel olarak-.
la la la. ispanyolcayı da söker miyim bu sayede acaba

bundan sonra 35 de şanslı rakamlardan olsun. bu kadar gülümseten rakam azdır ..

saçlarımla da oynadım, (depresyonda dilim hayır)..
iyiyim işte

ileşiyorum
hissediyorum
ve içimde güzel bi his var
daha ne di mi

la la la la la la


ben yine ipodumu hoparlörüne takıyorum vee......

Blogged with the Flock Browser

Saturday, May 10, 2008

j'adore vraiment,mais quoi qui quand pourquoi? j'adore...

durup dururken ..
kalp çarpıntıları.. sebepsiz..
iyi kötü belli değil.. heyecan mı taşıyor bu kız ? korkuyor mu? içinden çığlıklar mı geliyor? yoksa en abartı şekliyle ayaklarını kaldırıp koşarak kaçmak mı?
tanımlanamayan duygu çarpıntısı UEP(undefined emotion palpitation)..
uep sizi önce greys anatomy sonra notebook izlemeye mi yönlendirdi? bolca çarpıntıyla beraber, anlamadan mı izlediniz? ya sonrasında?
kendinizi sinatranın kollarına mı attınız ? ah sinatra, ah oldies..! I adore the oldies! ne saçma ? bir yandan dans etme isteği, bir yandan da dizlere kapanıp saatlerce ağlama isteği. karmakarışık olmuşunuz. gülümsüyorsunuz bobby darin- artificial flowers derken, görüyorum, içinizden evet ya hayat ne güzel diyorsunuz. şöyle etekleri sallamak lazım, mutlu mutlu kahkaha atıp dans etmeli.
vic damone amca.. its almost like being in love derken acaba birşeyler mi anlatmaya çalışıyor? gülümserken, içinizden korkular geçebilir, I swear I was falling in love diyebilirsiniz mi diyor?
nina simone- if I should lose you derken, kendinizi filmin içinde mi hissediyorsunuz? boş bi sokak var, eski boş bi sokak.. günün ilk saatleri ve yürüyüş.. hani sanki birazdan gene kelly yağmur altında dansını yapıp şarkısını söyliyecekmiş gibi, ama şuan tek başınıza çarpıntılarınızla başbaşa olarak yürümek var . Simon & Garfunkel – The Sounds of Silence.. ne garip şeyler hissediyorsunuz yürürken, ne kadar garip.
bu gece böyle bitmez ki. hiçbir uyku geçirmez ki bunları.
Frank Sinatra & Count Basie – Please Be Kind. yine o muhteşemötesi sesiyle en güzel cümleleri eden adam..sinatra bambaşka..'cause if you leave me, dear, I know my heart will lose its mind If you love me, please be kind

gitmeden
sinatra as time goes by diyor
haklı..

Blogged with the Flock Browserg

Tuesday, May 06, 2008

eskiden kalma bi yazı-tres

masada öylece duruodu.. pek de dikkat çekici bişey değildi. eline aldı onu yavaşça evirdi çevirdi inceledi. ona özen gösterdi. yavaşça yerine bıraktı. bi süre sonra geri geldi içine çiçekler yerleşti taptaze mis gibi. hergün tekrar tekrar geldi, çiçekleri yenileriyle değiştirdi, gün içinde sularını verdi. bi gün tekrardan sabah oldu. kimse gelmedi. bekledi bekledi.. 2.gün yine yoktu kimseler ortalıkta.. bekledi bekledi.. 3.gün solmuş çiçekler içinde beklemeye dewam etti. 4.gün gördü onu, önünden geçti gitti , hiç ona bakmamıştı. unutmuştu onun varlığını demek ki. günlerce sessizce bekledi içinde saplar yerlerde çiçek parçaları ..

uzun bi zaman sonra tekrar yaklaştı yanına..çiçek saplarını aldı içinden. evet uzun sürmüştü ama değmişti yine yeni çiçekler gelicekti. öle sandı. ama o eline aldı bi anda ve yere attı gitti. kırdı döktü paramparça yaptı.. gitti.. istemiyordu artık gelmesini bi daha. burda kırık dökük parçalarıyla kalmayı tercih ediyordu.

2.bir zaman parçacığı geçmişti ki ordan geçerken ayağına battı parçalardan biri.. gitti koşar adımlarla eline yapıştırıcı alıp geri geldi. parçalara baktı nasıl tekrar bir araya toplayacağını bilmiordu. bana yardım et çiçekler getirdim bak sana dedi. nasıl toplanıcaktı? un ufak olmuştu bazı parçalar.. o an unutmuştu belki de hiç görmemişti onlar bir vazonun değil bir kalbin parçalarıydı... kalplere ise yapıştırıcı sürülmüyordu...
03092004

eskiden kalma bi yazı-dos

yalnız bi gece daha...bi resme bakıp acıyı resme döküp içini temizlemekistedi.tüm acıyı o küçücük cansız yaşam anına aktarıp geri kalan tüm canlı yaşanmışlıkları var olmamış saymak...baktı baktı.. arkasında çalan şarkıyı duydu sona: you stole the sun from my heart ...hep yağmur yağıyordu içine onun;hep bulutlu gülüşleri vardı sabahları...geceleri sağnak yağışlara tutulmuştu içi..ne yazdı ne kış..hep sonbahardı onun mevsimi. kalbine bir kez çöreklenmişti mevsim gitmiyordu bi türlü. bi şarkı bekliordu ona güneşi geri versin diye.. o şarkının içine girip dans etmeliydi onla. gözlerini kocaman kocamanaçıp "güneşşşşş!" diye bağırabilmeliydi gökyüzüne bakıp. üstelik o an kara bulutlar kanında bile olsalar durdurcak güçleri olmamalıydı güneşe bakan o gözleri.. kalbine giden tüm damarların tıkandığını hissetti bi anda. tüm kanı acıyla kaplanmıştı ve kalbine güzel güneşin girmesine izin vermiyordu. birileri geldi kalbini açıp damarlarına bakmak istedi..açsınlardı kalbini izin veriyordu buna ama alsınlardı kalbini atsalardı gitseydi böle demişti gelenlere. temizlenen damarlara bi daha bi daha acı pompalanmasına dayancak gücü yoktu..biliyordu kimseler dinlemiyordu onu .duymuyorlardı ki.. duymuyorlardı tek kelimesini bile oysa bağırıp duruyordu"alın atın!" diye başka bi şarkı duymuştu ve onun içine girmişti çünkü.. "koma"dedikleri bi şarkı ... bi filmde görmüştü -belki de pek çok filmde -komadayken hep güneş yansırdı, ellerini verirdi güneş ve güzel şeyler söylerdi. evet evet bekleyince güneş bulutları kovalıyacaktı başından.. zamanın saliselere dönüşmesine aldırmayacak beklicekti, gelip bi güneş gözlerine dolucak onu uyandırcaktı..
ama hala acıodu ...
03092004

eskiden kalma bi yazı-un

biri...bi adam..şimdilerde uzak bi yerlerde...ben onu hiç görmedim...

bi yerlerde bi fon müziği var onun için.
o bakınca hayata başlayan bi müzik..
nerde o adam şimdi kimblir..kimbilir ne düşünüyor şimdi
olduğu yerde..
belki de o kadını düşünüyodur ,o kadına ait fonmüziğini arıyordur
dinlediği her parçada..kimbilir belki o bembeyaz
yumuşacık yastıklararasında mışıl mışıl rüyalardadır..kimbilir belki de
deniz kıyısında üşüyordur yalnızlıktan..kimbilir nerdedir şimdi?


o kadının gözlerinde şimşekler var
şimdi.gökgürültülü bi yaşam
parçasında o adama elini vermeye çalışıyor.kimbilir belki de
o görüyordur ,adamın nerde olduğunu biliyordur.kimbilir
belki o da
bi boşlukta yürüyordur ,etrafında ondan bir iz bulma
umuduyla.



o adamın gözleri nasıl bilinmez,ne de elleri..elleri
yetişir mi acaba
o kadına?güçlü müdür onu tutucak kadar? ya gözleri?
gözleriyle
anlatabilir mi kendini o kadına? gözleri buluşursa
bi köşede
ikisinin,fon müzikleri birbirine karışırsa ...

o an dünyanın durduğunu hissederler mi? anlarlar mı "o"
olduklarını?
yoksa dakikalar akar hayat hiç durmaz mı onlar için de?



o kadını o adama ihtiyacı var şimdilerde.
hissediyor bazen
onsuzluğun
boşluğunu içinde
bazense "an"lardan uzak "dakika"larda
yaşamaya
devam ediyor.


o adamın yumuşacık bakışları var.gülümseyen
gözlerine ait yumuşacık
bakışları..sıcacık bi sarılışı..güçlü
sözleri..en önemlisi de
o kadınınkiyle beraber atan bi kalbi var o adamın.


...o kadın o adamı hiç görmedi.kimbilir nerdeler şimdi?
kimbilir nerede o adam ne yapıyor?
kimbilir belki de hiç duymazlar birbine karışmış notaları
hiç...

14092004

Tuesday, April 29, 2008

iki gram güneş çıkınca..









kent albüm çıkarmış, ben kişisinin haberi bile olmamış. bi sene olmuş nerdeyse. ki ben kenti böyle bi içimden severim, hani görsem kucaklıcam adamları o kadar. hüzün mü istiyosun al dinle, yok böyle yolculuk havası essin etrafında başka yerlere gidiyormuş hissi edin mi istiyorsun al dinle- ki şuan dinlediğim şarkı aynen bu hissi verdi bana : sömnen.- kimbilir ne diyorlar aslında.
çok da ilgilenmiyorum, vokal abinin sesi ve müzik bana birçok şey söylüyor zaten içimden. bu albümde biras daha elektronik kullanmışlar ama rahatsız etmedi pek. belki bugün keyfim çok yerli yerinde, benimle beraber olduğu için olabilir.
bisiklet bakmaya karar verdik hem bugün. bisiklete binmek istiyorum ben. çok istiyorum. bakalım







Blogged with the Flock Browser

Sunday, April 27, 2008

memories of tomorrow(ashita no kioku)






mazoşistçe
her sahnesinde ağlaya ağlaya film izlenir mi?
izlenir.
watanabe ağlar siz ağlarsınız

bu kadar güzel bi sevgi olur mu? bu kadar içi acıtılır mı insanın?
sevdiğiniz insanın hastalığı karşısında dik durabilmek ne kadar büyük bi sevgiyi gerektirir?
dik durmak, o eğildikçe onu kucaklayıp dikleştirmek..

watanabe ağladıkça insanın sarılıp üzülme diyesi gelmez mi?

o sert asabi japonca bile bambaşka gelmez mi kulağa?





böyle karlara baksın


böyle güzel gülümsesin ister insan


evet aynen böyle








Blogged with the Flock Browser

Untitled

grev sonrası dizilerim tekrar başladı.tabi greys 3 ay ara verince ben boş durmadım .genel olarak son 2 senede ingilizcemi geliştirmek için gittiğim "home take course"ları bi düşündüm de, gelecekte de ibret olsun bana diye buraya da saymaya karar verdim isimlerini. sırasız -aklıma gelen sırasıyla-:
greys anatomy
sex and the city
how I met your mother
heroes
prison break
lost
private practice
october road
day break
journey man
er
csi
dexter
pushing daisies
lipstick jungle
cashmere mafia
gilmore girls
dawsons creek

ve daha aklıma gelmediğine inandığım bikaç kurs daha olmalı

greys imi çok özlemişim cuma koşaraktan eve gelip onu izledim
ağlatmadı(mazoşizmin dorukları) amaözlem giderdi. daha yeni ısınıyoruz..


Blogged with the Flock Browser

Tuesday, April 22, 2008

ne içmeliyim_?

hare türk kahveli likörü denicem yakın zamanda, bir baileyse sever olarak sanki bu da beni ziyadesiyle mutlu edicek bi içki.
denicez
görcez.
Blogged with the Flock Browser

Untitled

'Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin, fakat bazıları için sen bir dünyasın.'
Gabriel Garcia Marquez
Blogged with the Flock Browser

Thursday, April 17, 2008

Tuesday, April 15, 2008

mantıksız bir günde

benim canım mantık bulmaca yapmak istiyor
hani ayşe kırmızı etek almış
3 kişi etek almış
şöyle de böyle diye olan bulmacalar vardı ya , işte onlardan yapmak istiyorum. Ama çok üzgünüm , yok çünkü artık gazetelerde. Ne zaman sudoku çıktı bunlar kalktı. sudoku çıktı mertlik bozuldu evet. tamam sudoku da pek şahane ama insanın sayılarla gözü dönmeden de bulmaca yapası geliyor bazen .
istiyorum ama yok .

edit: düşündüm de les e girseymişim o beni oyalarmış biraz , orda eğlenceli sorular oluyordu.

Untitled

Belki de Tanrı uygun kişiyi tanımadan önce yanlış kişilerle tanışmanı, onu tanıdığında minnettar olman için istedi.
Gabriel Garcia Marquez
Blogged with the Flock Browser

bozulmuş niyet canavarı

niyet ettim diyetimi bozmaya

evet aynen oehhhhhhh kardeşim yetti dedim
veremiyorum daha fazla kilo filan dedim

sonra patron da taaa meksikalardan çikolata getirince
işte bozuk niyetlinin ilacı geldi dedim
daha içimde odamda bitirlmiş koklamadığım bir kutu merci çikolatasının acısını yaşarken
ve sonrasında yurtdışı  dönüşlerinde gelen giden çikolatalara melum melum baktığım irade "topu" dakikalarını yaşarken evet bozuyorum dedim
elimi attım aldım bir parça
böle güzel bi dış görünüşü var
maşallah
gel bakalım sen bana diyerek konuşmaya başladım kendisiyle (tas tamam çikolatanın kendisiyle)
böle toz şekerimsi bişi geldi önce , değişik hımm dedim
sona ucundan tadim dedim
biberli filan bişi çıktı
aman tanrıııımmm
çikolatadan soğutmak için bana komplo kurulmuş diyet cadısı tarafındann

ama hayır
niyet ettim diyetimi bozmaya

ve bu biberli toz şekerlinin tabağının altnda uzuun bi kutu merci duruodu.

kutuyla ellerim buluştu
ve bir parmak yeşil kafalıdan kaptım
2sn sürdü tükenmesi

ohhh
çok "merci":)


Blogged with the Flock Browser

Sunday, April 06, 2008

lake of tears

birçok tesadüf bahşediyor gökyüzü bana
fırtınamla fırtına
yaşımla yağmur

içim üşüyor rüzgar var çok

keşke kaçılabilse

yeniden denenebilse bilinmedik bi yerde

yağmur soğuk
korku
bitkinlik

günlerce uyusam
koma da kalsam ...

gamma ray-lake of tears
Blogged with the Flock Browser

Friday, April 04, 2008

one more cup of coffee with baileys before you go ..

bir durup hayatınıza uzaktan bakınca
ne kadar da farklı gözüküyor, olayları irdeleyince ne kadar da çok kendinimi kandırıyorum bu hayatta diyorsun.
evine arkadaşlarına işine sevgine

salona koltuğu ilk yerleştirdiğinde karşısına geçip bu burda oldu mu diye baktığın gibi
hepsinin karşısına geçip baktığında

sonra 3-5 sene sonra aynı koltuğa tekrar baktığında olduğu gibi

aslında hiç sevilmemişin
hiç becerememişin
hiç olmamış
hissi ne kadar çok

ne kadar çok kandırılmış

ne kadar çok..

bunu bolca uyku , koca bir bardak baileysli kahvede eritmeye çalışınca
hiçbir şey değişmiyor
sadece uyumuş kabus görmüş
baileys içmiş keyfine varmış oluyorsun
erimiyor..

d is for the dead sea


Blogged with the Flock Browser

Monday, March 24, 2008

bsid

hani aslında çok fazla söyleyecek şeyiniz vardır ama hepsi tek tek içinizde kalır.
dile gelmesi zordur bazı sözcüklerin, yada dile gelmemesi gerektiği için içinizde bi köşeye koyar tozlanmasını beklersiniz.
sonra bi an atfedilmiş bir müzik başlar.
evet atfedilmiş bir müzik..
köşedeki herşey geçerken çarptığınız bir biblo gibi yerle bir olur. farketmeden dokunmuşunuzdur ama geri dönüşü yoktur artık.
o anlarda ne sevgiler ne aşklar ne ayrılıklar ne kararlar neler neler olmuştur kimbilir.
başlarsınız atfetmeye kelimelerinizi

açık kalp ameliyatı da böyle birşey olsa gerek ..

fantastik bir filmde olsaydık belki kalpten çıkan duyguları da uçuşurken görebilirdik, o duyguların harfleri üstlerine giyip yerine ulaşıp, kulaktan diğer vücuda girip sonrasında kendine bir yer aradığını; bazen bulduğunu aradığı kalbi , bazen de kalbi es geçtiğini.
yada ayrılıklarda diğeri konuşurken her harf giymiş duygunun dinleyenin vücudunda tepinip zıpladığı herşeyi ezip geçtiğini. dinleyenin kalbine gidip orda kalan parçalarını toplayıp götürdüğünü. akciğerleri çekiştirerek nefessiz bırakışını .. göz bebeklerine su atarak yaşartmalarını..








Blogged with the Flock Browser

Monday, March 10, 2008

Sunday, March 02, 2008

thats it !

pazar sabahları özeldir
cumartesi çalışmasanız bile pazarın yeri ayrıdır
hava güzelken sahilde olmak sahilde çay içmek ayrı bi ritüel ayrı bi zevktir, ne zaman olursa olsun. belki de sırf bu yüzden birçok kişi istanbulu bırakıp gidemez.

haftaiçi çalışırken parıldayan her güneş haftasonu için sahilde çay sahilde güneştir..
dışarıyı umarak geçen bi haftanın sonunun yağmura dönüşmesi ise hayal kırıklığı olur..

yine de pazar sabahı derken.. pazar sabahına kabusla uyanmak ise özel pazar gününün bittiği andır.
kelimelere bile dökmekten korktuğunuz bir kabus gördüğünüzde ne pazar kalır ne de gün kavramı. nefes alamazsınız.

nefes almak ne kadar yorucu bi işmiş meğerse

doğru nefes açıcıyı bulmaksa daha da zor.. böyle bir reçete yazmış mıdır acaba doktorlar hiç?

haftasonları evde sıkılmamak için yapılan dizi aktivitesinin ortasında bir anda nefes açıcınızı duyarsınız
"bum thats it"
nefes alıyorum yeniden:pavane!
evet budur
klasik müzikmiş hiç hiç hiç aklıma gelmemişti
fauré! ve pavane !

faur'ing and breathing

yetenekli insanlar olmasaydı biz nasıl nefes alırdık acaba
?!

Blogged with Flock

Saturday, February 23, 2008

time-on

hasta ve sıkılmış halde düşünürken buluosunuz kendinizi
bişeye ihtiyacınız var mı diye sorduğunda arkadaşınız :ağzınızdan tek çıkan şey bi isim oluyor.
birçok şeyde aklınızdan geçen -hatta belki çokca-ismi.
ve ismin sahibinin bundan haberi bile yok
olmalı mı
evet
olmalı
ama zamanlama. ne düşünceler geçiyor ne de zaman..
peki zaman sonucu ne olacak?no one knows
peki is it worth to wait so long so desperate.
no one knows
yada one knows ama cevaplama zamanı henüz gelmedi
gelicek mi ? no-one knows.

zamana bulaşmak çok sıkıcı bi karar
zaman mahallenin bulaşılmıcak adamı gibi. tehditkar olduğunu bildiğin ama bulaşmadığın sürece senle ilgilenmeyen.

elimde değil..




Blogged with Flock

Tuesday, February 12, 2008

honey bee'mee

ağrılı keyifsiz ve yalnız bi gün bugün
I need to feel you honey bee

üstelik şekersizim
resmen şekersizim
irade timsali olarak dolaşıyorum , oysa şuan tatlı kuyusunda olmak vardı. şu şarkıyı dinlerken bal ne kadar da güzel bişeydir diye düşünmemek..yok yok o kadar kötü durumda dilim.
şarkıda bahsedilen honey birçok mecaz anlam içeriyor. demek ki hem gerçek anlamından hem mecaz anlamından uzak kalmış bi halde yazıyorum.
saat yarıma geliyor , yarın iş var ama uykum yok o kadar adaçayına rağmen. belki uykum gelir de uyuyasım yok işin kötüsü. hoşgeldin içim.
.
azı gitti çoğu kaldı..
new woman new man ..daha çok var. belki de zaten yok

on verra...

Blogged with Flock

time : the beginning at the end

hiç bilmezler ki acıtırlar. acı nedir bilmezler ki. ta ki kendileri bir gün bu acıya bulanana kadar. ta ki birileri yıkıp üstünde tepinircesine dolanana kadar. Büyük  yıkılmakla bu acının zamanla yok olucağını sanan bizler her küçük yağmur damlasıyla birlikte tekrardan büyük fırtınada kayboluruz. Bir sonu olur mu bu damlaların ki fırtınalar dinsin göğsümüzde?
yeşilin mavisinde kaybolmak biter mi bi gün? sarıya noldu_?

Blogged with Flock

Thursday, February 07, 2008

missing pieces of my body puzzle

özledm çok

you are summer rain
you are what I cant explain

...
and again and again and again...........



Blogged with Flock

Monday, January 14, 2008

Untitled

brazzaville dinliyerek bu soğuk günde ve boş iş günümde baya mutluluk saçıyorum
hala cumartesiden kalma mutluluk aslında:)
"you are my favorite time of the day" nası basit ama güzel bi sözdür bu! bi de söyleyen abinin sesi o kadar dingin ki , böyle yüzümde bir gülümsemeyle laylay ifadesiyle dinliyorum şarkıları..

If life’s just a dream
A melancholy scene
I want to sleep with you forever dear…

sonra minor majority..
hastası olduğum bir başka dingin ses
bu adamlar hiç anlamadığınız birşey bile söyleseler yine de aşk gibi gelirler insana..

Blogged with Flock

Sunday, January 13, 2008

Untitled

pek bi sıkıldım
napıcamı bilmeden ölece oturuorum
radyo açtım olmadı kapattım.dizi istemiorum(hayret!). last fm, msn şu bu hepsine baktım onu da istemiorm.
canım bira istedi(o da bi saçma) , pazar pazar kafayı yedim galiba,
yarın da işe gidesim yok(tabi ki gidilcek)
kitap da okuyasım yok
e napcam ben

Blogged with Flock

Tuesday, January 01, 2008

Untitled

Tuesday, January 01, 2008

time after time..

bazen zaman geçer
içinizde duymamak için ittiğiniz sesler vardır..
bazen zaman geçer
o sesleri duyar olursunuz..
bazen zaman geçer
sesleri duymak güzeldir..
bazen zaman geçer
sesleri anlatmak istersiniz..
bazen zaman geçer
sesleri anlatmak mutluluk verir..
bazen zaman geçer
seslerin sahibi de sesleri duyuyor mu diye merak edersiniz..
bazen zaman geçer
sesleri duysun diye dua edersiniz..
sesleri ona da ulaşsın istersiniz..
o zaman
itmeniz için var olan herşey çoktan yok olup gitmiştir
gittikçe uzaklaşırlar..
sadece onu duyar olursunuz..

sonra bir film..
ne kadar anlamsızca dimi, bir senaryo
onu ne kadar çok duyduğunuzu hissettirir size
her sahnenin her saniyesinde
gülümserken
ağlarken
eliniz onun elindeymişcesine o vardır yanınızda
aklınızda değil yanınızda
çünkü o kadar derindir o anki his
belki sonradan böyle olmıyacaktır
çünkü bazen zaman geçer..
ama belki de geçen zaman güzel geçer..
who knows...

what dreams may come true??......


Blogged with Flock

Monday, December 17, 2007

Untitled

was nice to know you...

Blogged with Flock

tuhaf


internette sosyalleşiyoruz paylaşıyoruz derken acaba kendimize zarar mı veriyoruz bi yandan?
eskisi gibi insanları hayatımızdan uzaklaştırmak imkanı kalmıyor mu yoksa bu yüzden?

tuhaf hisler beliriyor hep bu sosyalleşme davaları yüzünden. bi gün açıp bi sitede yaşadığınız bi güne ait resimlerden temizlenmiş buluyorsunuz kendinizi, bi gün bir zamanlar sevilenin başka sevdiğini görüp, acaba ona da bana yaşattığı eksiklikleri mi yaşatıyor diye düşünürken, başka bir resmin altında "sevgi" yazıyor, tuhaf bi his tüm içinizi kaplıyor: ne dışardaki sesleri duyuyorsunuz ne düşünebiliyorsunuz..sadece tuhaf o hisle eskiyi hatırlıyorsunuz..

buz gibi bi gün..

oysa dün gece daha sustukların büyür içinde diyip bambaşka bir rüyanın peşinde uykulardaydım...


Blogged with Flock

plus loin que nuit et le jour

uzun zamandır hiç bu kadar okullu olmayı özlememiştim. neden mi? ne okulu özledim ne başka şey, ben sadece sabah okula gitmicem diyip yatağımdan çıkmamayı özledim. vücudumun 4 bir yandan iflasını ilan ettiği şu gün de işe:"gelmicem beenn uyucaamm" dememek için kendimi zor tuttum, valla zor tuttum.

şimdi de geldim çalışıyor muyum sanki, yoo bak blog yazıyorum işte, müzik filan dinliyorum. bi de ne hikmetse sabah sabah "voyage voyage" dinliyesim geldi, onu aranıyorum

(ve youtubede buldum:) )
neden insanın sabah sabah teee 80 lerden kalma voyage voyage dinliyesi gelir ki..bayram tatili öncesi bayramı evde geçircek olmanın verdiği iç rahatsızlığının dışavurumu heralde. ah ah barça..
ne güzel olcaktı barselonaya gitmek, ama bir sürü aması oldu. bahara kaldı.

"jamais ne reviens"..
ben de öyle yapmak istiyorum, şöle güney italyaya doğru uzanıp...

pazartesi hava soğuk, ofis daha ısınmadı, vücut iflas, kırık ayak davul görevi görüyor ..tek tesellim şarkı:)

Blogged with Flock

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails